”Sonsuz olan iki şey vardır; evren ve insan ahmaklığı; aslında evrenin sonsuzluğundan emin değilim.” Albert Einstein

Şimdi ölümden bahsediyordu. ”Onunla geçirdiğim her an’ı fotoğraf karelerine sıkıştırdım; her özlediğimde özlem gidereceğim, sarılacağım karelere. Doğumu gibi ölümüne de hazırım.” dedi telefonun ucundaki can dostu. Her bir kelime Nesin’in bilincinde genişledi, dünyaya bakışında arada ne varsa kaldırarak.
O an; hayatına geldiği o an’daki görüntü tüm odanın içini doldurdu. Küçücüktü. Korkak, titrekti. Savunmasızdı. Yalnızdı. Hiç bir fikri yoktu nerede olduğu ile ilgili. Bedenindeki gerginliği kulaklarının geriye yatışı, tüylerinin havada elektriklenmesi çok iyi anlatıyordu. Nelere ihtiyaç duyar, neleri sever, ne zaman uyur, nasıl beslenir, düzenini nasıl sağlar? Nesin ”Benim de hiç bir fikrim yok.” dedi titrek bakışlı, eve yeni gelen cana. İliklerine kadar geri çekildiği, ağrılar içinde kıvrandığı, acıdan uykusuz kaldığı zamanlardı Nesin’in.
Başka bir an dolduruyor odanın içini. Zamandan bağımsız, öylece, küf yeşili kadife koltukta hareketsiz oturduğu bir an; zihninin gürültüsünün evin o bölümünü dolduran sessizlikte, dışarıya bakıyordu. Beyaz bulutlarla renklendirilmiş gökyüzünü izliyordu. Gökyüzünde martıların bir şeyi, bir yeri işaret eder gibi dairesel uçuşlarını bir fikri olmadan izlerken küçük patinin patileriyle oyuna davet edişi, kafasını sola yatırarak kıpırdamadan bakan bakışları arasında Nesin’in bakışlarını dışarıdan içeriye almıştı. Küçük Patinin yeşil gözlerinde bir an sessizliği deneyimlediği andı. İşte o andan itibaren küçük patiyi izlemeye koyuldu; bıkmadan, usanmadan her gün, abartısız her an. Rutinleri vardı küçük patinin.
Başka bir an; bir fotoğrafçı gibi tüm bakışının gökyüzüne odaklandığı bir an; her bir kareyi çeker gibi Nesin de kediye odaklanmış kıpırdamadan, birlikte, o anın içinde. Kaç kuş varsa bir o kadar kuş sesiyle, rüzgarın yüzlerini okşamasıyla, güneşin ışıklarıyla aydınlanan günle birlikte çantası omuzunda hızla yürüyen kadın, belli ki geç kalmış yolda koşturan adam, gözlerini ovuşturan servis bekleyen çocuk, tüm yola hakim olmaya çalışan camdaki kadın, el sallayan yaşlı adam. Hepsi aynı anda oluyordu. Her gün küçük pati usanmadan günü karşılıyordu meditasyondaki gibi sabit duruşla. Her eylemi yeteri kadar, ihtiyacı kadardı.
Nesin can dostunun ne dediğini daha net anlıyordu. ”Doğum ve ölüm arası yaşam; kısa.” dedi. Biraz önce kapattığı telefonu yavaşça masaya bırakarak, sadece kendisine hatırlatarak ”Yaşam; şimdide, eş yaklaşımla, hep birlikte tek bir yaşamız.” dedi.
Arzu Aykın
”Dinle, biraz nefes alıp, sonra da buna hayat mı diyorsun?” Mary Oliver


Yorum bırakın