Gözlemcisi…

”Derin bir nefes aldım ve kalbimin o eski haykırışını dinledim: Varım, varım, varım.” Sylvia Plath

Gözlemcisi olduğu grubun bulunduğu yere zamanında varabilmek için her sabah uyandığı saatten iki saat önceye saatin alarmını kurdu. Her akşam yattığı saatten bi kaç saat öncesinde yatmaya hazırlanıyordu. Sokakta sıradışı bir sessizlik hakimdi. Bir o kadar da gerginlik. Hisleri bugüne kadar onu yanıltmamıştı. Gerginlik tüm olanla mı yoksa yarın gözlemcisi olacağı grupla mı ilgiliydi bu konuda kafası karışıktı. ”Neyse ne” dedi, gerginliği uykusuna taşımama kararına gerçek bir disiplinle, çoğu zaman gösterdiği özenle. Uyku kalitesi yaşamı etkin deneyimlemesinde önemli bir durumdu onun için. Babasının babasından öğrenmişti. Yedi sekiz yaşlarındaydı öğrendiğinde. Hayatı ciddi yaşamayı severdi dedesi. Çalışma arkadaşlarının hayranlıkla söz ettiği kendi hayatında kendiliğinden ifade bulan güçlü duruşu büyük dedesinin hatırasıydı ona.

Karanlıkta uyumak prensipleri arasındaydı. Yatağının baş ucundaki lambaderin odada mistik bir hava yaratan sarı ışığı altında çok sevdiği başucu hikayelerinden birini okumaya başladı. Çoğu gece yatmadan önce kitap okumayı severdi. ”Rutinlerimle renklendirdiğim bir hayatım var” diye düşünür böbürlendi ve bunu arkadaş buluşmalarında dile getirmek hoşuna giderdi. Bir süre sonra kendine erken kalkacağını hatırlatarak uyumak üzere yatağın hemen sol yanındaki lambaderin düğmesine dokunarak o an odaya sessizlikle karışık gerginlikle birlikte, bir de karanlık hakim olmuştu.

Saatin alarmı çalmadan uyandı. Askere giden Zihni’nin ölü bedeniyle karşılaştığı günle doldu zihnindeki düşünceler. Ölüm ve sebebi ile ilişkili sorular, sorgulamalarla, teorilerle uçuşan düşünceler içinde buldu kendini bir anda. Kaçış yoktu. Kaçamayacağını bildiği bir oyundu. Bunu çok zaman önce idrak etmişti hayatın engebeli yollarında. Biyologdu. Mesleği ile ölüme yaklaşımda daha bilimseldi.

Aynanın karşısında bütün görüntüsünden gözlerine, gözlerinin içindeki sonsuz ışığına baktı. Sanki gecenin gerginliği gözlerinde şüpheyle karışık endişeye dönüşmüştü. ”Sakin ol” dedi kendine elini yüzünü yıkarken. Sonrasında yine büyük dedesinden öğrendiği ”hareket bereket” prensibiyle sabah koşusuna çıktı. Bedeni koşuyor, nefesi eşlik ediyordu peşi sıra. Zihninde Zihni’nin ölümü tüm düşüncelerini kaplamıştı. Nasıl da fark edememişti? Fark ettiğinde de görmezden gelmişti. Suçluyordu kendini. O günlerdeki kendi sorunlarına odaklanışına, ölümünden kendini sorumlu tutuyordu. Oysaki yazdığı mektuplarda çok net söylüyordu. ”Savaşın götürdükleri getirdiklerinden fazla” diyordu ve bunun için kendini nasıl uyuşturduğundan bahsediyordu ve yalnız olmadığından. ”Görmezden gelinenin sonuçları var” diyordu mektubunda. Ve ”Bunun bedelini ödeyeceğim, kesin.” diye bitirmişti son mektubunun, son satırlarında. Eve girdiğinde üstündekilerle sırılsıklam ter içindeydi ve tenine yapışmıştı kıyafetleri. Bir kaç sakin nefesten sonra bir duş iyi geldi ona. Sonrasında, yola çıktı.

Geniş arazideki devasa büyüklükteki tesise ilk gelen bir kaç kişi içindeydi. ”Yalnız değilim” diye sakinleştirdi kendini. Deneyin başlamasına on beş dakika vardı. Gözlemcisi olduğu grup ona Zihni’nin kurtulma şansının ne kadar olabileceğinin cevabını verebilirdi. İlk deney değildi, sonuncu da olmayacağını bilerek salona , gözlüklerini özenle ve dikkatle yüzüne yerleştirerek, gözlemcisi olduğu grubun yani farelerin yanına girdi.

Sevgi ve saygıyla. Arzu Aykın

”Nefes hayatı bilince bağlayan köprüdür, bedenimizi düşüncelerimizle birleştirir.” Thich Nhat Han

Yorum bırakın

BÜTÜNÜN DENGESİ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin